Yaşım artık 34 olmuştu. Hayatıma sürekli birileri girmesine rağmen hiçbirisiyle evleneceğime dair düşüncem oluşmuyordu.
Öyle ki aşka dair bir inancım da kalmamıştı, kimseyle bir ömür boyunca severek yaşayabileceğimi düşünmüyordum.
Bir gün annem aradı. Büyük dayımın eşinin ona söylediklerini bana aktardı. Birilerinin vasıtasıyla tanışıp evlenecek birisi olmadığımı bildiği için başlangıçta yengemi geçiştirmeye çalışmış, ancak yengem çok ısrarlı olunca ‘peki o halde ileteyim’ demiş.
Dayımın kızı İstanbul’da çalışmaya başlamıştı, orada tanışıp sevdiği biriyle evlenip çocuk sahibi olmuştu. Yengem de bebeğe bakmak için İstanbul’a gittiğinde oradaki bir komşusunun kızını çok beğenmiş ve bana yakıştırmış.
Başlangıçta anneme hayır desem de enteresan bir ekleme yapmıştı.
O da kızın babasının olmadığı detayıydı. Zira yıllar önce rüyamda evlendiğim kişinin babasının olmadığını görmüştüm, annem de bunu bildiği için belirtme gereği duymuştu. Ben de annemi kırmayıp peki diyerek Özlem’e mesaj attım.
En kötü ihtimalle yeni bir arkadaşlığım olur düşüncesiyle sohbet etmeye başladım.
İstanbul’da yaşıyordu, aramızda 12 yaş fark vardı, kuafördü. Çekingenliği sözlerine yansıyor, kolay kolay soru sormuyor, yalnızca anlattıklarımı dinliyordu.
Fotoğraflarında yüzü çok belli olmuyordu, ancak çok tanıdık geliyordu, sanki daha önce bir hayat daha yaşamışım ve o hayatta da hep onu görmüşüm gibi bir duygu yaşatıyordu.
Bu esrarengiz durumdan ötürü birkaç gün sonra İstanbul’a gittim.
Akşam saatleriydi, evinden çıkıp arabama bindiğinde Sezen Aksu’nun ‘gülümse’ şarkısı çalıyordu.
Nezaketen tebessümle bir merhaba dedikten sonra yüzündeki heyecan loş ışıkta bile belli oluyordu. Bense rahat olması için ufak tefek espriler yapıyor, sualler soruyor, aynı zamanda kuzenimin tavsiyesiyle gittiğim et lokantasını bulmaya çalışıyordum.
Vardığımızda ilk sürpriz et yemediğini öğrenmek olurken ikinci sürpriz ise şoke etkisi yaratmıştı.
Zira aylar önce bir lucid rüya görmüştüm.
Bu tip rüyalar diğer rüyalara nazaran daha berrak, daha net ve daha renkli bir görünüme sahip oluyor. Rüya içerisinde de rüyada olunduğu fark ediliyordu. Ancak rüyadaki farkındalık artınca uyanılıyordu.
Bu lucid rüya ise şimdiye kadar ki lucid rüyalara göre çokdaha uzun sürmüştü.
Rüyamda hiç tanımadığım bir odada uyandım, sanki son teknolojiyle oluşturulmuş bir bilgisayar oyunu gibiydi.
Etrafıma baktığımda karşımda dik bir şekilde sıralanmış kitapların bulunduğu bir vitrin vardı. Kapağı sarı, turuncu, yeşil ve mavinin parlak tonlarından olan dört tane kalın kitap vardı, yan yana dizilmişlerdi. Üzerinde armaya benzer Arapça kabartmalı bir yazı, onun altında iki kabartmalı çift çizginin ortasında İngilizce ‘private’ yani ‘özel’ yazısı vardı.
O anlarda bir rüyanın içerisinde olduğunu fark etmiştim.
Yan odaya gidip bir küçük kardeşimi uyandırmaya çalıştım, Arapça bildiği için bu yazının ne demek olduğunu söyleyebilirdi, fakat ne yaptıysam uyandıramamıştım. Akabinde büyük abimi alıp odaya geri döndüm, o da Arapça biliyordu ama rüyada yalnızca yazıyı okumuştu, anlamının ne olduğunu söylememişti.
Yalnızca bir kelime için barış veya selam demek olduğunu söyleyip gitmişti. Kitaplardan bir mesaj alamayacağımı anlayınca odayı kolaçan etmeye başladım, bu sırada küçük bir çocuk açık olan kapıdan içeriye girdi. Altı yedi yaşlarındaydı, sesini duymuyordum, tıpkı kardeşim ve abimde olduğu gibi telapatik bir iletişimdi, beni içeriye, kahvaltıya çağırıyordu.
Bana olan benzerliğinden ötürü çocuğum olduğunun kanısına varmıştım.
Dikkatlice suretine bakıp bana benzemeyen kısmından annesinin kim olduğunu anlamaya çalıştım, tanıdığım hiç kimseye benzemiyordu, kucağıma alıp sevdikten sonra geleceğim diyerek gönderdim.
Ardından annesi geldi, o da aynı şekilde içeriye, kahvaltıya çağırdı.
İki ellerimle omuzlarının altından tutup yüzüne dikkatlice baktım, gün geldiğinde evleneceğim insandı bu, suretini unutmamam lazımdı. Beyaz tenliydi, gözleri büyük, kirpikleri uzun, burnu simetri olmasa da yüzüne yakışıyordu. Duru bir güzelliği vardı, saflığı, temizliği hemen fark ediliyordu, kaşlarının tam olarak nereden alındığından tutayım da hafif çile benzeyen lekelere kadar tüm detayları dikkatlice izliyordum.
O ise neden böyle baktığıma şaşırıyordu. Ardından bir şeyin onu beklediğini, benim de acele etmemi belli ederek gitmişti.
Gözlerimi tekrar odaya çevirdiğimde, masa üstü bilgisayar olduğunu fark edip açtım.
Hangi tarihte olduğumu öğrenmek için bilgisayarın köşelerine baksam da sonuç alamadım.
Masa üstünde tahminlerimin yazılı olduğu bir dosya gördüm.
Açtığımda halen at yarışı tahmini verdiğimi öğrendim, zira koşan at isimlerinin hiçbirisini tanımıyordum.
Ardından arama motoruna girip bulunduğum durumdan bilgi almak istedim, ancak bu da mümkün olmadı, internet açılmadı.
Tam da bu esnada annem yanıma geldi, diğerlerinin aksine bu kez sesi çok net bir şekilde duydum, bu yüzden bilgisayar ekranından gözümü almadım. Annem kahvaltıya geç kaldığımı, helva yaptığını soğumadan yemem gerektiğini söyledi.
Bunun üzerine ‘ben helva seviyor muyum ki’ dedim.
Annem de ‘sevmiyorsun ama tadı çok güzel, yersin’ dedi.
Bu cevapla ilk kez bilgi alabileceğime dair bir ümidim oluştu ve hemen anneme doğru dönüp ‘hangi tarihteyiz biz?’ diye sordum.
Annem ise çok manidar bir bakışla sessiz kaldı ve o an sanki rüyadan kovulurcasına aniden uyandım, belki de uyandırıldım!
Hemen odadan çıkıp mutfağa gittim, abimin eşi misafirliğe gelmiş, annemle birlikte mutfağın balkonunda kahvaltı yapıyorlardı.
Rüyayı unutmamak için en ince detayına kadar anlatmıştım.
Hatta rüyada annemin bu kıyafetle yanıma geldiğini söylemiştim.
Annem ise bu kıyafeti birkaç gün önce aldığını, bugün de ilk kez giydiğini söylemişti.
Yengem ise espri yaparak desene anne yıllarca bunu giyecek demişti.
Aylarca bu rüyanın etkisindeydim, ancak bir gün gerçekten o insanla karşılaşacağımı düşünmemiştim. Fakat rüyada gördüğüm bu kişi İstanbul’da, bir et lokantasında karşımda oturuyordu.
Şaşkın bakışlarımdan ötürü ne olduğunu sorduğunda, o an söylememin doğru olmayacağını düşünerek geçiştirmiştim.
Sonraki günde onun rehberliğinde İstiklâl Caddesine ve Galata kulesine gitmiştik. Böylelikle hem geziyor hem de sohbet muhabbet ederek birbirimizi tanımaya çalışıyorduk. Fakat Özlem genelde sessiz, durgun ve ürkekti. Babasını bir iki yıl önce genç yaşta aniden kaybetmenin travmasını üzerinde taşıyordu. Daha önce hayatına kimse girmemiş, yengem beni tavsiye ettiğinde de kimseyi istemediğini söylemiş. Fakat annesi yengeme ayıp olmasın diye ısrar etmiş, ‘bir tanış, olmazsa yine yok dersin’ demiş. Bunun üzerine kerhen benimle tanışmış, hoşlanacağını önceden öngörememiş. Dolayısıyla bu kafa karışıklığı da sessizliğini perçinleyen bir faktör olmuş. Nihayetinde güzel ve çabuk geçen bir günden sonra Ankara’ya dönmüştüm.
Normalde iki hafta sonra tekrar İstanbul’a, yanına gidecektim.
Fakat birkaç gün sonra ilerde evlenmemiz durumunda Ankara’da yaşayacağımızı söylemem onun için çok erken bir konu olmuştu, dolayısıyla İstanbul’dan ayrılmayacağını söyledi ve bu mesele krize dönüşmüş oldu.
İlk kez evlenme niyetiyle bir ilişkiye başlamışken ve bunun için de bu kadar emek vermeye başlamışken sonunda kötü bir sürprizle karşılaşmamak için sonda söylenecek meseleyi başta söylemiştim. Ancak onun tarafından şartlar buna müsait olmadığı için birkaç gün sonra ayrıldık.
Sonradan üzülmektense baştan ayrılık yaşanmasını bir açıdan doğru buluyordum, ancak rüyanın gerçekleşmemiş olmasına anlam veremiyordum.
Geçen aylarla birlikte muhasebemi yapmış, kendi hatalarımı fark etmiştim, benzer şekilde Özlem için de taşlar yerine oturunca tekrar konuşmaya görüşmeye başladık.
Haftada bir gün izni olduğu için iş çıkışının akşamı ve de izin gününde görüşebiliyorduk, sonraki sabah da Ankara’ya yola çıkıyordum. Fakat bu defa sabah yola çıkmadan önceki bir iki saati de değerlendirmeye başlamıştık. Kısıtlı süre içerisinde hiç bilmediğim İstanbul şehrinin çeşitli yerlerine gidiyor, adeta her anı rüya gibi olan güzel hatıralar ediniyordum.
Özlem de açılıyor, daha fazla konuşmaya başlıyor, daha iyi anlaşıyorduk. Her geçen gün gözlerindeki mahzunluğun biraz daha azaldığını görüyordum, yerine umudun, mutluluğun geldiğini anlıyordum. Böyle insanlar kalmış mıydı der gibiydim, geriye dönüp kendi hayatıma baktığımda, o kadar yanlış insanlarla zaman geçirmiştim ki onu hak ediyor muyum diye kendimi sorguluyordum.
Buna rağmen ilişkimiz yine uzun sürmüyordu, aramızdaki mesafeden ötürü iletişimde sorunlar yaşıyor, birbirimizi yine yanlış anlıyor ve sonunda ayrılıyorduk.
Üstelik bu süreçler içerisinde korona virüs salgını başlamıştı, tüm dünyayı kaplayan bir pandemiye dönüşmüştü.
Bazı gün ve saatlerde sokağa çıkma yasakları oluyor, şehirler arası yolculuklar yasaklanıyor ve eve kapanmak zorunda kalıyorduk.
Bu sebeplerden ötürü de bir araya gelmemiz pek mümkün olmuyordu. Mümkün olduğunda ise gerek Ankara’da gerekse de İstanbul’da gidilmedik yer bırakmamaya çalışıyorduk.
Yine bir ayrılıktan sonra ben ona kızgınken o da bana kızgındı.
Ne ben geri adım atıyordum ne de o geri adım atıyordu.
Bir süre sonra ben zeytin dalı uzatmama rağmen buna karşılık bulamamıştım ve o gün anlamıştım ki bir daha bir araya gelmemiz mümkün değildi, artık bitmişti.
Bu arada büyük dayımın oğlu futbol takımından korona virüsü kapmış, annesine babasına bulaştırmıştı.
Yengem ve kuzenim bir süre sonra iyileşse de dayımın durumu kötüye gidiyordu.
Sonradan kullanımı yasaklanan hidroksiklorokin ilacından mı yoksa aşı sırası tam kendisine gelecekken haritada yerini bilmediğim bir ülkeye gönderilen aşılardan dolayı mı bilinmez ama bir aylık sürecin sonunda vefat etti. Hayatımın en acı ayı ve en acı olayıydı.
Dayım benim için çok başkaydı, her hikâyenin bir iyi insanı olur ya, akıl danışılanı olur, hızır gibi yetişeni olur, işte benim hikâyemdeki insan da dayımdı. Üzerimde çok emeği vardı, cömertliği ondan görmüştüm, fedakarlığı ondan öğrenmiştim, büyüklüğü onda bilmiştim, ancak ne acı ki göz göre göre bu hayattan bir yıldız gibi kayıp gitmişti. Benim için inanması güçtü ama artık yoktu.
Artık annemin kederli gözlerinde, sitemli sözlerinde ve de anılarımızda vardı.
Bu acı hadise yaşanınca Özlem başsağlığı mesajı attı, bir süre sonra da tekrar konuşmaya başladık. İlk kez her şeyden bu kadar emindik, birbirimiz olmadan yaşayamayacağımızı, artık bir dakika bile ayrı kalmamamız gerektiğini anladık. Dayım da ikimizin evlenmesini çok istiyordu, ayrıldığımızda anneme mealen ‘kaderlerinde bir araya gelmek varsa mutlaka barışırlar’ demiş.
Gerçekten kaderimizde barışmak varmış.
İlk fırsatta evlilik teklifi ettim, birkaç ay sonra nişan, birkaç ay sonra da evlendik.
8 Aralık 2022 tarihinde de bir kızımız oldu, adı Melina, tanrının lütfu.