Ne gelişen teknoloji ne gelişen tıp ne de kadim bilgiler ölümle ilgili bizi tatmin edebilecek bir şey söyleyemedi.
Bugünkü yazımda ölüm hakkındaki düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Öyle süslü püslü tumturaklı sözlerle değil, direkt bir şekilde içimden ne geçiyorsa yazmak, böylelikle kaydının olmasını istiyorum.
Ölüm; biz yaşayanların dışında hep başkasına vaki oldu.
Bizlerin bu konuyla ilgili tecrübesi ise yalnızca ölenlerin yokluğunu hissetmekten ibaret kaldı.
Ne gelişen teknoloji ne gelişen tıp ne de kadim bilgiler ölümle ilgili bizi tatmin edebilecek bir şey söyleyemedi.
Denizin katbekat altını da keşfetsek uzayın gidilmesi mümkün olmayan bölgelerini de gözlemlesek ölüm karşısında acziyetimiz her daim taptaze karşımızda kaldı.
İçgüdüsel olarak hayatta kalmaya programlanmış olsak da hücrelerimiz zamana karşı yenik düşüyor, dolayısıyla ana rahmine düştüğümüz anda aslında ölüm bileti cebimize konulmuş oluyor.
Tabii meseleyi dinsel bazda değerlendirmiyorum, herkesin inancı farklı. Bilgi bazında değerlendiriyorum. Kimiz, neyiz, nereden gelip nereye gideriz bilmiyoruz. İşte big bang olmuş da evrimsel olarak şuralardan geliyormuşuz da filan bunları geçin diyorum.
Şimdiye kadar yazılanlar, çizilenler, anlatılanlar, her daim en önemli meseleleri es geçirerek karşımıza çıkarılmıştır.
Yokluktan varlığın nasıl oluştuğunu anlatacak bir bilgi olmadığı gibi belki de bunun izahını anlayabilecek bir dimağ da yok.
Hayatımız boyunca elde etmiş olduğumuz tecrübeler, hatıralarımız, düşüncelerimiz, duygularımız, varlığına inandığımız ruhumuz, tesadüfen oluşamaz. Ancak zekamız bunları anlayamadığı için tesadüfen oluşup evrimsel bir sürecin neticesi olduğumuzu iddia edebiliriz.
Rüyalarımızda bazen kim olduğumuzu bilmeden bir şeyler yaşarız. Uyandığımızda diyebiliriz ki adımız soyadımız bu, işimiz bu, şu kadar yaşındayız, şurada yaşıyoruz vs.
Bunu uyanır uyanmaz hatırlıyor olmamızı yadırgamayız, çünkü defaatle bunu tecrübe etmişiz.
Kim bilir belki de öldüğümüzde şu an hatırlayamadığımız bir benliği anında hatırlarız ve bunu daha önce hatırlamamış olmamızı da yadırgamayız.
Belki de ölümümüz hiçlikten ibaret olur. Hiçbir şey hatırlayamayız, nasıl ki doğmadan önceki herhangi bir tarihte hiçbir şey hatırlamıyorsak, nasıl ki uykumuzun en karanlık noktalarını, narkozlu anlarımızı hatırlamıyorsak, onu da hatırlamayız, üstelik ölümün ne zaman nasıl geleceğini bilmiyorken.
Hayatta her şey zıddıyla kaimdir derler.
Örneğin; gece olmasaydı gündüzün varlığını idrak edemezdik.
Ölüm de olmasaydı hiçbir zaman yaşadığımızı anlayamazdık.
Belki de yaşamı anlamlı kılan da ölümdür.
Güzel anlar yaşamak, güzel hatıralar biriktirmek, kimseyi kasten üzmemek, ahlaklı, erdemli ve iyi bir insan olmak.
Bunu arkandan iyi konuşulsun diye değil, cenazen kalabalık olsun diye değil, yalnızca insan olmanın hakkını verebilmek için yapmak gerekir.
Zaten ölenlerin arkasında üzülenler de bir gün ölecek, kimse muaf değil, bir gün hepimiz unutulup gideceğiz.
Koskoca evrende ömrümüz bir andan bile daha kısa bir şekilde yaşanıp geçecek.
Dolayısıyla bu kadar kısa bir ömürde ümitsizliğe düşmek gibi bir lüksümüzün olmadığına inanıyorum.
Her anı eşsiz olan yaşamımızın kıymetini bilelim ve kendimiz için güzel bir hikaye yazalım.